19 Mart 2009 Perşembe

Kazanan kim?

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.

O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”

- “Neyin simgesi” diye sordu çocuk.

- “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

Çocuk, sözün burasında; ‘mücadele varsa, kazananı da olmalı’ diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- “Peki” dedi. “Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- “Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!”


Alıntıdır. =]

17 Mart 2009 Salı

''TÜRK DEMEK TÜRKÇE DEMEKTİR; NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE''

“Türk demek Türkçe demektir; ne mutlu Türküm diyene” (Meğer meşhur sözün birinci kısmı da varmış!)

Atatürk ölüm döşeğindeydi, üç gün komada kalmıştı. Kendine geldi, son nefesinde, “Arkadaşlara selam, dil çalışmalarını sakın gevşetmeyin” dedi ve kendinden geçti.

Türkiye’nin üzerine eğildiği bütün meseleleri arasında, dünyanın büyük savaş eşiğinde olduğu bir sırada, Atatürk’ün son nefesinde bile üzerinde duracağı bu mesele ne olabilirdi?Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra bu sefer de Türk dilinin yabancı boyunduruktan kurtarılması ve nereden gelirse gelsin, yabancı boyunduruklaından kendini koruyabilmesi işine eğildi.

Atatürk özellikle 1928-1938 arası on yılda en büyük enerjisini bu işe verdi. Kendi bir mektubunda yazdığı gibi geceleri dil meseleleri ile uğraşıyor, gündüzleri ise kendi başına iki üç saatini bu işe ayırıyordu. Neden?

Atatürk kendi sözleriyle bunu defalarca ifade ediyordu:“Türk demek dil demektir. Milliyetin en bariz vasıflarından biri dildir. Türk her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.” “Bakınız arkadaşlar, ben belki çok yaşamam. Fakat siz ölene dek, Türk gençliğini yetiştirecek ve Türkçe’nin bir kültür dili olarak gelişmeye devamı yolunda çalışacaksınız. Çünkü Türkiye ve Türklük, uygarlığa ancak bu yolla kavuşabilir.

”EĞİTİM Mİ, ERİTİM Mİ?

Karga Sekmez Yokuşunun tepesinden taa aşağılardaki şimdi bataklık olmuş eski çeltik ovalarına bir bakalım, her mertebede eğitim düzenimiz ne hallere düşmüştür hele bir göz atalım:

1) Hazırlık Sınıfı:

İlkokulu, ortaokul veya liseyi yeni bitirmiş çocuklara soruyoruz, kaçıncı sınıftasınız diye. Hazırlık sınıfındayız diyorlar. “Neye hazırlanıyorsunuz?”.. “İngilizce öğreniyoruz”..”Başka ne?”…Hiiç!..“Allah Allah!” diyorum kendi kendime; bu nice iştir?…Bu ülkenin eğitim imkanları fazla mı geliyor ki böyle fazladan birkaç sene daha okul, öğretmen, öğrenci vakti dolduruluyor? Dünyanın hiç bir yerinde ‘hazırlık sınıfı’ diye bir inanılmaz israf, bir saçmalık, daha doğrusu milletine bir ihanet görülmemiştir. Görülüyor ki, Türkiye’de Türk öğrenci kendi ülkesinde yabancı öğrenci durumuna düşürülmüştür. Bu garip durum Türkiye’de İngiliz parmağı ile 1953’de başlattırılmıştır.

2) Dershaneler:

Yabancı dille eğitimin yarattığı gençliğe bir ikinci zulüm de gene ülkemize mahsus dershaneler olayıdır. Bırakın da bari misyonerliği İngilizler kendileri yapsınlar. Bizim kuruluşlarımız, milletimiz kendi kendini tarihten sildirecek bir soykırım harekatına niye kendi parasını harcıyor? Ancak 1953’ten beri milletimiz öyle bir oyuna getirilmiş, kamuoyu öyle bir aldatılmıştır ki, herkes, başka bir şey öğrenmeme pahasına da olsa, yalnız ve yalnız bir sokak İngilizcesi öğrenmeyi, kendi dilini, edebiyatını, tarihini, kimliğini bilmemeyi, bir yılışık özenti, bir taklitçilik, bir acenta kafalılık içinde kıvranmayı marifet sayar olmuştur.

3) İngiltere’den Gelen Ders Kitapları:

Tanesi 30-40 dolardan bunun ingiliz ve Amerikan kitap şirketleri için ne güzel bir pazar oluşturdugunu siz düşünün. Zaten daha 1973’te dışarıda şöyle bir araştırma yapılmıştı: “Yakın bir gelecekte Türkiye’de anaokulu, ilk, orta, lise, evrenkent, tüm okullarında İngilizce eğitim dili olduğunda, İngiliz-Amerikan kitap şirketleri için ne hacimde bir pazar oluşacaktır?”

4) Dışa Gönderilen Öğrenciler ve Kaynak:

Bu rakamlar korkunç boyutlarda. Milyarlarca doları buluyor.

5) Öğretmen Sorunu:

Ankara Yenişehir Lisesi’nde çok değerli bir kimyacı olan kimya hocamız Fazil Bey vardı. İyi Fransızca da bilirmiş, ama tabii bu bizi ilgilendirmezdi. Çünkü tüm derslerimiz gayet güzel bir Türkçe ile verilirdi. 1954’te bizim okul “Kolej”, yani ilk İngiliz misyoner okulu tipi “Türk Okulu” oldu. Dokuz yıl sonra ABD’den profesör olarak döndüğümde okulumu ziyaret ettim. Aklıma o muhteşem Fazıl Hocam geldi. “Nerede?” diye sordum. Yanına götürdüler. “Bize nazaran şimdiki kimya öğrencileriniz nasıl?” diye sordum. “Ah evladım, bana kimya dersi vermiyorlar ki! Ben Fransızca bilirim, ama İngilizce bilmem.” “İşte bu odada oturuyor, öğrenci sayıtımları (istatistikleri) ile uğraşıyorum.” dedi.Görünen Batak Manzara Yukarıdaki maddeler herhalde göstermiştir ki ülkemizin artık bütün eğitim kaynakları ve hatta fazlası mantısız gibi görünen dehşet verici bir israfla bilimde, kültürde, teknikte, bilgisayar çağında kalkınmak için değil, bir tek açıkça söylenmeyen gaye için kullanılmaktadır: O gaye, Fransızların, İngilizlerin başka sömürgelerinde yaptıkları gibi, Türk Milletine, Türk Cumhuriyeti halkına Türk dilini unutturmak, hiç öğretmemek, onun yerine her ferdin Amerikanca gibi 250 kelimelik bir İngilizce’yi yeni dili olarak, Türkçe yerine konuşur olmasını sağlamaktadır. Bu iş, iç ve dış düşmanların kendi kaynakları ile değil de Türk Milleti’nin öz kaynakları ile yaptırılmakta, hatta, iç ve dış hainler bu işten bol para kazanmaktadır. Son aylarda, eğitim dilini değiştirerek Türkçe’yi yok etme planı uygulanmasında büyük bir hızlanma fark edilmektedir. Hatırlayalım ki bir ülkenin eğitim dili tümüyle yabanci bir dile çevrildiginde o ülkenin kendi dili bir buçuk nesil sonra yok oluyor. İlk önce, babalar kendi çocukları ile kendi dillerinde konuşamaz oluyorlar; Kazakistan’da, İrlanda’da, Cezayir’de oldugu gibi…Sonra, eğer uyanıp uyandırıp tedbir alan aydınlar çıkmazsa o ülkenin, milletin adı bile tarihten silinip gidiyor.

Hani nerede Hititler, Likyalilar, Keltler? Ama sadece dilini, inanç ve kültür kimliklerini, devletleri olmadığı zamanlarda bile korumasını bilmiş olan 5000 yıllık kavimler hala duruyor. Türkiye’nin resmi dili çoğunluğun ana dili olan Türkçe’dir. Türkiye’nin bölünmezliğinin, ilelebet varlığının harcı Türkçe’dir. Yabancı dili gerekene öğretmek yerine eğitim dilini İngilizce kılmak Türkçe’yi yok etmek, Türkiye’yi parçalamak, Türk Dünyası’nda dil ve kültür birliğinin yeniden gelişmesini önlemek, Türk adını tarihten silmek, Türk gençlerini cahil, ezberci, acenta ve kalıp kafalı ve sömürge ruhlu etmek içindir. Tarihin en korkunç ve haince oyunlarından bu oyuna alet olanlar iyi düşünşünler. Sözlükçede yeni bir terim türetmedim.

Sadece TV’de, çarşıda duydugum, gördüğüm İngilizce özentisi lafları kaydettim.

Vekiller heyeti - bakanlar kurulu – kabine

Mebus – millet vekili – parlamenter

Matbuat – basın yayın – media

Muhaberat – iletişim – komunikasyon

İctima – toplumsal – sosyal

Kanuni – hukuki – yasal –legal

Meclis – parlemento

Mesele – sorun – problem

Usül – yöntem – metod

Asgari – en az – minimum

Azami – en cok – maksimum

Seçenek – alternatif

Faaliyet – etkinlik – aktivite

Karmasa – kaos

Müstemleke – sömürge – koloni

Mutabakat – consensus, consensus

Eşgüdüm – koordinasyon

Encümen – kurul – yar kurul – komite – komisyon

Kurultay – kongre

Müdür – yönetmen – director

Teşkilat – örgüt – organizasyon

Cankurtaran – ambulans

Gidiş, gidişat – trend

Toprak aşınması – Erozyon

Basın yayın – Medya

Tasarım – Dizayn

Hizmet – Servis

Süzgeç – Filtre

Işıl - Termik

Gezgin – Mobil

Bilgilendirme – Brifing

Elektriklendirme – Elektrifikasyon

Toplanım – Miting

Aşırı – Radikal

Siyaset – Politika

Nitelikli, vasifli –Kaliteli

Tahrir – Kompozisyon

Merkez – Center

Alışveriş merkezi –shopping center

Bakkal, çarşı – market

Yıldız –star

Üstün, yuce – super


(*Ve daha iki sayfa daha uzanıp giden listeye kitaptan ulaşabilirsiniz*)


Sonuç: Önümüzdeki Çagda iki yol ayrımı: Hangisini seçeceğimize göre Türkçe’nin geleceği: Ya ulusça uyanıp kendimizi iç ve dış düşmanların kültürel soykırımından koruyacağız, ya da bir iki nesil sonra Türkçe bilen kalmayacak, Türk adı tarihten silinecek. Efendiler, seçim artık sizin.


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~Kaynak: Oktay Sinanoğlu, Bir New-York Rüyası “Bye-Bye” Türkçe Oktay Sinanoğlu Kimdir?

26 yaşında profesörlüğe hak kazanıp “Time” gibi dergilerde dünya basınında yer aldı. “Batı’da yetişen son üç yüzyıl içindeki en genc profesör” unvanını aldı. ABD Yale Üniversitesi’nde iki kürsüde birden hoca…İki kez Nobel kimya ödülüne aday gösterildi. Canlılara biyolojik kimliğini veren DNA’ların şifresini çözerek, bilmedigimiz türden canlılar yaratmanın teorisini kurdu. Kuramları kimya ders kitaplarında onun adıyla anılıyor.~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


************Tüm yazı Oktay Sinanoğlu’nun Bye-Bye Türkçe kitabından alınmıştır.************



Bırakın şimdi sağda solda duyduğunuz sözde soykırımları; KÜLTÜREL BİR SOYKIRIM YAŞIYORUZ ŞU ANDA. HEM DE KENDİ ELLERİMİZLE !!! NE KADAR KOMİK DEĞİL Mİ?!!

EroL