28 Mayıs 2009 Perşembe

Titanik Kazası sadece bir kaza mı?

Tüm zamanların en ünlü gemisi Titanik, herkes tarafından bir deniz faciası nedeniyle tanınır oysa dev yolcu gemisinin ardında inanılmaz bir gizem saklı.

Titanik’in akıl almaz öyküsünü sunarken uyarıyoruz. Bir düşünün, Titanik’i batıran gerçekten bir buz dağı mıydı?

Hiç kimse onun dünyanın en büyük kehanetlerinden birisini yaptığını bilmiyordu. Hatta kendisinin dahi haberi yoktu. Adı; Morgan Robertson´du, Amerikalıydı, 1861´de doğdu, gençken denizcilik yaptı, sonra ise bir elmas eksperi oldu ve New York´da kuyumculuk yaptı. Sonra Kipling´in bir öyküsünü okudu ve yazar olmaya karar verdi. İlk öyküsü 25 $´a satıldı, daha sonra yazdığı 10 öyküden ise 1000 $ kazandı. Yazmak ona artık kolay ve kazançlı geliyordu. 1897 yılının bir kış gecesinde 24.Caddedeki dairesinde yeni bir deniz öyküsü yazmayı planladı. Bu bir uzun öykü olacaktı.

Hayali “Titan Kazası”

Hayalinde dev bir yolcu gemisi vardı, asla batmayan bir gemi. Bir aşk teması üzerine kurulu olan öykünün kahramanları bu dev gemiye binip, İngiltere´den ABD´ye gidiyorlardı ve aşk hikayesi dünyanın en lüks gemisinde sürecekti. Ama öykünün hayali kahramanları beklenmedik bir sürprizle karşılaşacaklar ve bir deniz kazası batmaz denen gemiyi okyanusun dibine yollanacaktı. Robertson´un teması buydu, oturup yazmaya başladı ve öyküye iki isim verdi; "Futility"yani "Nafile" ve "Titan Kazası"... Evet, yanlış okumadınız; Titan... Şimdi beraberce Robertson´un romanından bİr bölümü; "Titan"ın batış sahnesini okuyalım.

"Gözcü haykırdı; ´buzdağı! Birinci subay, kaptana haber verdi ve derhal makine dairesine tornistan yani geri git emri verildi. Fakat dev gemi durmuyordu, hızını kesmesi için zaman lazımdı ve sisler arasında görünen buzdağı yaklaşıyordu. Aşağıdan ise orkestranın ve eğlenen insanların sesleri duyuluyordu. Sonra buzdağı gemiye ulaştı, bu arada gemi ters çalışan pervanelerin gayretiyle yan dönmüştü ama yetersizdi ve kaptanla yardımcılarının çaresiz bakışları arasında buzdağı Titan´ın sancak tarafına çarptı. Darbe hafifti hatta pek hissedilmedi, kaptan o anda ucuz atlattık diye düşünüyordu. Ama birkaç dakika sonra gemi birden yan yattı, buzdağı asıl yarayı su kesiminin altında açmıştı, yara öldürücüydü çünkü uğursuz buzdağı Titan´ın bordasını jilet gibi keserek, parçalamıştı."

Daha sonra Robertson öyküye; gemi hızla su aldığını. Alarm verildiğini, filikaların indirilerek, önce kadınlar ve çocuklar bindirildiğini, yardım çağrıları yapılırken, Avrupa´nın en ünlü ve zengin ailelerinin mensuplarnın birbirlerine ebediyen veda ederken, dev yolcu gemisi Titan’ın buzlu kutup sularına hızla gömüldüğünü anlatarak devam ediyordu.

İnanılmaz kehanet gerçekleşiyor...

Ve Robertson 1898 yılında öyküsünü küçük bir kitap olarak yayınladı. Kitap onu çok daha sonra ölümsüz yapacaktı, dünyanın en çarpıcı ve en dehşet verici kehanetini yazmıştı ama sonuç yayınladığı dönem için aynen kitabın adı gibiydi yani "Boşyere" Aradan 14 yıl geçti ve başka bir zamanda, başka bir gemi, asla batmaz denen dünyanın en lüks ve en büyük yolcu gemisi Titanik, İngiltere’nin Southampton limanından yeni dünyaya doğru denize açıldı. Sonra, 1912 yılında 14 Nisan´ı, 15 Nisan´a bağlayan gecede sisler arasından birden ortaya çıkan bir buzdağı batmaz denen Titanik’in katili olacaktı. Yukarda okuduğunuz Robertson´un romanındaki batış sahnesi aynen gerçekleşti. Sadece o kadar mı? Bakın Morgan Robertson Titanik´den 14 yıl önce yazdığı romanında daha neleri bilmişti;

Robertson´un romanındaki Titan adlı gemi Southampton limanından yola çıkıyordu ve 14 yıl sonra Titanik de aynı limandan yola çıktı.

Romandaki gemi ile, Titanik arasında sadece 4 metre fark vardı. Titan 248 metre, Titanik 252 metreydi.

İki geminin ağırlıkları da çok yakındı. Robertson romanında Titan´ı 70.000 ton ağırlığında yazmıştı; Gerçek Titanik ise 66.000 tondu.

Her iki geminin de üç pervanesi vardı ve her ikisi de 3000’er yolcu taşıyorlardı. Gerek romandaki hayali Titan´a gerekse de gerçek Titanik´e Avrupa´ nın sayılı zenginleri ve ünlü aileleri binmişlerdi.

Daha da ötesi var;

Robertson´un romanındaki dev Titan, New Foundland yakınında; Kuzey Atlantik´ de bir buzdağına çarparak battı ve işte inanılmaz ama gerçek; Talihsiz Titanik de 14 yıl sonra aynı koordinatta, aynen romandaki benzeri gibi bir buzdağına çarparak okyanusa gömüldü.

Ve her iki gemide de; yeterince cankurtan filikası yoktu; Robertson romanındaki gemide 24 filika bulunduğunu yazıyordu; Titanik´de ise 22 filika vardı ve bu yüzden can kaybı büyük oldu.

Sonra...Gerçek kazanın sonucunda 1513 yolcu boğularak öldü ve kayboldu. Aynen 14 yıl önceki romanda yazıldığı gibi... Robertson´un romanındaki Titan´da ise 1500 kişi ölüyordu. Her iki gemi de 3000 kişilikti ve Titanik´e 2224 kişi binmişti.

Aynı asla batmaz denen gemi,

Aynı yerden aynı yere yolculuk,

Aynı tarihte, aynı yerde kaza,

Aynı buzdağı ve aynı tür batış,

Aynı yolcu ve ölü sayısı,

Hatta iki gemi de batarken orkestranın ilahi çalmasına kadar...



Alıntıdır.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Ulu Önder Atatürk'ün Gizli Vasiyeti Var mı?!!

Bu 10 Kasım'da Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün üzerinden 70 yıl geçmiş olacak. Büyük önder, ölümünden 50 yıl sonra açıklanmak üzere bir vasiyet bırakmıştı. Vasiyet, Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi'nde saklanmıştı. 1988'de dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Atatürk'ün vasiyetini açmış, ancak 'açıklanmasını sakıncalı görüp' gizli tutulmak üzere Genelkurmay Harp Dairesi'ne geri göndermişti.

KÜÇÜK AMERİKA İÇİN SAKINCALI

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunun vasiyeti, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı tarafından 'sakıncalı' bulunmuştu. Gerçekten de Atatürk'ün devrimleri ve fikirleri Türkiye'yi Küçük Amerika yapmak isteyenler için sakıncalı olabilirdi. Bu yüzden yıllarca Atatürk'ün fikirleri çarpıtıldı, sansürlendi.Ancak Atatürk'ün devlet yöneticilerine ve yakın arkadaşlarına birkaç defa ifade ettiği sözlü vasiyeti çeşitli kaynaklara yansıdı. Atatürk, sözlü vasiyetinde, kendisinin Cumhurbaşkanı adayını açıklmış, Türkiye'nin dış politikasının izleyeceği hattı belirtmişti.

CUMHURBAŞKANLIĞI'NA FEVZİ ÇAKMAK'I ÖNERDİ

Kaynaklara göre Atatürk, kendisinden sonra Cumhurbaşkanı olarak Mareşal Fevzi Çakmak'ın seçilmesini istemişti. Bu öneri, Mustafa Kemal tarafından ilk olarak doğrudan Çakmak'a da yapıldı. Hatta Genelkurmay Başkanı Çakmak'ın milletvekili olarak Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için erken seçim bile tasarlandı, anayasanın değiştirilmesi bile düşünüldü. İddialara göre Atatürk, ölürken Fevzi Çakmak'ın Cumhurbaşkanı olacağına emindi. Ancak daha sonradan Celal Bayar'ın İnönü'yü desteklemesiyle durum değişti ve İnönü Cumhurbaşkanı oldu.

TÜRK-SOVYET DOSTLUĞUNU VASİYET ETTİ

Atatürk, Türkiye'nin dış politikası konusundaki vasiyetini ise yakın silah arkadaşlarına belirtmişti. İsmet İnönü, Atatürk'ün Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir. Diğer taraftan Atatürk, Kılıç Ali'ye ölmeden kısa bir süre önce 'Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur. Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir anlaşmanın faydası olur' demiştir.Tevfik Rüştü Aras ise, Atatürk'ün son sözlerinden birinin Sovyetler'le ilişkilerin 1925 Antlaşması çerçevesinde yürütülmesi olduğunu söyler. Türkiye ve SSCB'nin Batılı emperyalist ülkeler tarafından tecrit edildiği ve Musul Sorunu'nun Türkiye aleyhine çözümlendiği dönemde, iki ülke, 17 Aralık 1925 tarihinde Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamıştır. Dönemin Dışişleri Bakını Tevfik Rüştü Aras ve Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin'in imzaladığı bu antlaşma, belirli protokoller de eklenerek ve birkaç defa uzatılarak 1945 senesine kadar geçerliliğini korumuştur.

'SOVYETLER'E KARŞI BİR SALDIRI POLİTİKASI GÜTMEYECEKSİNİZ!'

Zekeriya Sertel de Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras'ı kaynak göstererek, Atatürk'ün ölüm yatağında arkadaşlarına şu vasiyette bulunduğunu aktarır:

'Sovyetler Birliği'ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler'e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız.'Atatürk, son günlerinde bu konuyla ilgili önemli bir görüşmeyi de Ali Fuat Cebesoy'la yapar. Atatürk, Cebesoy'a dış politikayla ilgili şu öğütleri verir:

'Fuat Paşa, pek yakında dünya vaziyeti mütareke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci büyük bir harb karşısında kalacağız. Dünyada hakim olan milletleri idare edenlerin arasında maatteessüf birinci derecede devlet adamı çıkmıyor. (Hitler'le Mussolini'yi kastederek) Avrupa'da birkaç maceraperest Almanya ve İtalya'nın başında cebren bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının aczinden cüret alıyorlar. Bunlar bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti, acizlerle maceraperestlerin yanlış hareketlerinden istifade etmesini bilecektir. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ve muvazenesi kamilen değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür.'




webhatti.com'dan alıntıdır.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

SAKIN KIMILDAMA!!

Sakın kımıldama...

Her nasılsan her neredeysen olduğun gibi öylece kal...birşeyleri bitirememiş,birşeylere başlamak için gecikmiş olsan da...kal..öylece...güzel şeyler anlatmayacağım sana, yada güzel armağanlar vermeyeceğim...sana loş ışıklı uzun gri koridorlardaki odalardan, odaların kapalı kapılarından söz edeceğim...en çok da kapısının dibinden başım önümde sessizce geçip gittiğim odalardan söz edebilirim..hazırlıklı ol...içimde fısıltısı hiç dinmeyen bir esinti var, anla beni...derin denizlerde dipliyorum fakat aynı zamanda içine hiç kimsenin düşmediği bir uçurum gibiyim...uçurumlar hep düşülmek için mi...yoksa,yeşillikte uzun bir yolculuktan sonra uçup gidebilir mi insan, düşmeden...bir uçurumun kıyısında kapattım gözlerimi..hiç kimse görmedi..bir adım atsam boşluk...düştüğümde nerde olacağım.? mucizelere inanmanın dayanılmaz keyfini kesinlikle hissediyorum...kim ne derse desin...

Sana büyük korkularımı da anlatacağım hiç acımadan, biraz da sen kork.Gözlerinin önünde tüm kırıklarımın alçılarını değiştirebilir miyim? Yanlış kaynamış tüm kırıkları görsen olduğu gibi.Kendimi iyileştirme gücümden bi haber oluşuma gülümseyerek baksan.Canın da yansın istiyorum,inceden sızlasın.Sana bir isim bulsam diyorum, fakat henüz cesaret edemedim buna.Belki daha sonra...Yaşanmamış zamanlarıma dair tüm intikam planlarımı açıklasam sana,en ince ayrıntısına kadar.Bir cinayet plansam,temiz tarafından...Parmak izim var mı benim?...acaba?

Bozkırda epeydir izini sürdüğüm o erguvan kısrağı yelesinden yakalayacağım.Yorulduk ikimiz de.Yaralarımızı usulca gösterip birbirimize, kabuklarını gözlerimizin içine baka baka yolsak.Tırnak aralarımızda deri parçaları...kanar mı?..kanasın...peki ya acı?..acır mı..? kesinlikle...acısın...el değmemiş tüllerle sardığım insafsız zamanlara ait yaraların tüllere sinmiş kan kokusunu içimize çekeceğiz.Tiksinmeden.Sonsuza kadar cevapsız kalacağını bildiğimiz hiç bir soruyu diriltmeyeceğiz bilerek.

zaman diyorduk...

zaman...

kımıldama sakın

zaman şimdi senin tatlı dudakların... inan bana...

(inci'den alıntıdır)

14 Mayıs 2009 Perşembe

İhanetin Günlüğü

Çöküverdi yere,nasıl bir çÖküştü bu? hayat ne oyunlar oynuyordu ona? daha bir kaç saniye önce bir umut vardı yüreğinde. gitmişti... hiç bakmadı arkasına.acımasız olamazdı hiç kimse bu kadar.düşünmemişmiydi ne halde onu orada bıraktığını.düşünmemiş miydi ona nasıl bir çöküş yaşatacağını. silme vaktiydi gözündeki yaşı.hiç bu kadar küçülüp de devleşebileceğine inanamıyordu. ama evet artık ayağa kalkıp devleşme vaktiydi.tekrar tekrar canlı gözünde sahneler.o ağacın altında sarmaş dolaştılar. olamaz,yine o acı.yine yangın yeri yüreği,yine dayanılmaz bir ihanet kaması göğsündeki... canlandı gözünde de vuruldu yine en acımasız zamanda. nasıl da saklanmıştı köşenin başında,inanmak istemeyen gözlerle izledi,son öpücüklerini kondurmalarını birbirlerine. sevdiği insan bu olamazdı,yapamazdı, onu aldamatazdı.herşeyiydi,ondan kendini alamazdı.


Ama oldu işte, çekti gitti. oysa hazırdı affetmeye.aklı sen çek git,onu bekleme,anlasın derken;yüreği zaten pişman olmuştur,bir hevesteydi,gerçek sevdiği sensin,affet diyerek savaşa hazırdı beyniyle. yüreğini alıp yanına küstü beynine... oysa şimdi en çok ihtiyacı olan aklıydı,ama küstürmüştü,soluna dayayarak zamanı.sol yanı,ah nasıl da acı içinde kıvranıyordu.


Sildi gözünün yaşını, son bir hamleyle kalkıverdi çöktüğü yerden...


Güçlü olmak gerekti, ve hatta intikam şarkıları söyleyerek tutunmak gerekti zamana.yemin etti önce tekrar geri kazacak sonra da o aldatacaktı onu.yaptığının karşılığını yine ondan görecekti,nasıl bir yıkım olduğunu anlayacaktı. yemin etti...


Değişime görüntüsünden başladı,güzelleşmek,çekici olmak,vazgeçilmez olmak için ne gerekiyorsa hazırdı yapmaya..kim için?...gerçekten intikam için mi,yoksa tekrardan sevilmek için mi...? gizli gizli umutlar yeşeriyordu sol yanında...hani belki olur ya, intikam için dönmüşken ona, yeniden başlarlardı...


Küsmüştü beyni ona. hep yüreğinden yana kaldı.


O sabah ilk kez çıkacaktı karşısına,kızıl saçlar, değişmiş bir makyaj, çekici kıyafetler...görmeliydi evet onu bu haliyle görmeliydi.emindi,tekrar aşık olacaktı ona,yeter ki bir görsün bir çıksın karşısına...


Yüreğini yakan ateşle fırlayıverdi evden,son bir ayna görüşüyle. yakındı işyeri,en fazla bir yarım saatini alırdı bu yeni karşılaşma...evet içeri girecekti, gururlu kendinden emin bir şekilde elinde sımsıkı tuttuğu bir kaç fotoğrafı uzatacaktı ona. gözleri karşılacak,ve yine sevecekti yari onu.nasıl bir hata yaptığını anlayacaktı...


Fırlayıverdi yola,bu sonsuz umutlar,beklentiler heyecanlar içinde..duymadı duyamadı geçen düğün konvoyunun korna seslerini...bir çırpıda fırlayıverdi yola da hiç bu kadar çabuk gidilmemiştir bu dünyadan diğer dünyaya...

Bir çırpıda fırlayıverdi yola,aşk için sol yanı için,sol yanından şimdi çok uzakta.elinde sımsıkı tuttuğu bir kaç fotoğraf,öylece uzanıverdi yola...


İlk çöküşü değildi bu,ama yıkılmıştı bu kez,kalkamazdı,artık hiç kalmamıştı gücü,son kez açamadı bile gözlerini...ama ona açılan bir çift göz,o an pişmanlıktan dolmuştu göremez olmuştu aşk yağmurlarıyla...


Son bir kez göreyim demişti yarimi, o göremese de yari görmüştü onu...

Düğün konvoyu hiç bu kadar acı çalmadı kornalarını...


Son bir kaç fotoğraf..... ellerinden yarinin ellerine geçmişti...ölüm bu ya,inattır hep varoluşa...yine de varolmaya değer olmak önemli olan insanoğlunun sahip olabileceği nokta.


Ölüm bu ya, alırken verdi mutluluğu ona...



alıntı